Sayfalar

11 Ağustos 2013 Pazar

2013 Bayram Sürüşü (Ben Uçtum Şahitlerim Var)



2013 Ramazan bayramı bu yıl toplamda 5 günlük tatil imkanı yarattı ve tabii aylar öncesinden rotalar üzerine düşünülmeye başlandı, ben de aynı klüpten ve belki de kısa bir süre sonra aynı mesleği paylaşacağım Mehmet abi ile yola çıkma kararı alıyorum.


Önce rotamızı bir belirtelim;


9 Ağustos 2013 yani bayramın ikinci günü Ankara'dan yola çıkıp Mengen ve Çaycuma üzerinden Amasra'ya ulaşacak orada bir gün konaklayıp ertesi gün de Safranbolu üzerinden Ankara'ya dönülecek. Toplamda 600 km'nin üzerinde bir yolculuk sözkonusu, az ama olsun (:



I. Gün

Kamp gereçleri, depo üstü çanta ve bavul olarak hazırlanmış yan çantalarla yola hazırım. Bu kez mat olarak Decathlon'dan aldığım şişme bir mat deneyeceğim onun da bağlantı yeri olmadığı için gidonla ön cam arasına sıkıştırıyorum.

 
Kilometreyi sıfırlıyoruz ve yola çıkıyoruz. 


 Ankara çevre yolu Eryaman çıkışında Mehmet abi ile buluşuyoruz, gelmiş hatta 15 dakika kadar da beklemiş beni.

 Bayramda gişelerden geçiş bedelsiz, hgs alma derdinden kurtulduğumuza daha çok seviniyoruz açıkçası ve gaz kesmeden yol alıp gişelerden sonraki ilk dinlenme tesislerine giriyoruz hemen. Yolda rastladığımız CBF 600 sürücüsü ile ayaküstü bir muhabbet çeviyoruz, kendisi 56 yaşında ve yıllarca BMW borusan'da çalışmış şimdiyse emekliliğin keyfini çıkarıyormuş.


 İkinci molayıysa otobandan çıkar çıkmaz veriyoruz, tabi bu fotoğrafta hemen dikkat çeken gerçekliği paylaşayım sizlerle (:  Mehmet abi şehir içinde nasıl sürüyorsa aynı şekilde uzun yola da gelmiş, ben de uzun yolda, hızlı oluruz temkinli olayım hem böceği var vs gibi bahanelerle biraz fazla sarmalandım sanırım. Kısacası arayı bulamadık gibi.


Burası da Bartın'da bir yol kenarı, daha doğrusu bir cadde kenarı.Burada durduk çünkü bu şehirde durup soluklanacağınız bir çay bahçesi yok, daha doğrusu otobandan çıktıktan sonra böyle bir yer yok. Belki Bartın'ın farklı noktalarında güzel yerler vardır ama transit yollar üzerinde de böyle yerlerin olması gerekmez mi?

 Neyse bu kadar gerginlik yeter, sizi Anatolian Eagles ile tanıştırayım. Kendileri ile Amasra'ya çıkan dağ geçidindeki Kuşkayası Anıtı önünde karşılaştık ve saolsunlar bize rehberlik ettiler Amasra'da.

Burası Kuş Kayası'na çıkan yol, çıkarken etrafın çukurlarla dolu olduğunu görüyorsunuz, nedeni ise -elbette ki- define avı.

Yaklaşık 300 kadar basamak tırmandıktan sonra tepeye ulaşıyoruz ve bakımsızlıktan kafa kısımı düşmüş bir heykelle karşılaşıyoruz.

 Biraz bilgi

 Burası da manzarası, aşağıda görülen dev vinç ise çevreyi katletme projelerinden bir başkası.

Bir hatıra fotoğrafı çekip Amasra'ya doğru ilerliyoruz zira karnımız acıkmaya başladı.

 Amasra'nın girişine korkunç bir trafik vardı zaten Bartın yolunun yoğunluğundan dahi bu kanıya varılabilirdi. Motosikletlerin avantajı ile mesafe olarak kısa ama yine de yaklaşık 30 dakikalık bir sürüşün ardından limana çektik motorlarımızı ve ufak bir kent turu atıp, bir şeyler yemek için motorlardan ayrıldık.


 
  Kentten bir kaç kare ile devam edelim.


 Burası da kentin en yoğun sokağı, hediyelik öteberi satılıyor.







Ufak da bir yürüyüşten sonra bu sofrayı hakettik sanırım, favori yemek tabii ki balık, envai çeşit tür var menüde ancak bilene danıştık ve mezgitin iyi olacağının garantisini aldıktan sonra altı kişilik mezgit tava ısmarladık, toplamda ise içecekler dahil 180 lira gibi bir hesap geldi.Gittiğimiz lokantanın adı ise Günbatımı, fiyatlar sanırım heryerde benzerdir.

 Anatolian Eagles ile bir hatıra fotoğrafı çekilip ayrılıyoruz, Biz Çakraz'a kamp alanımıza doğru gaz açarken onlar da İnkumu'na sürüyor olacaklar.

 Ve Çakraz, Kamp alanı diyince aklıma daha önceki tecrübelerime dayanarak servi ağaçları ile kaplı gölgelik ve iki çadırın birbirine en fazla 15 metre yaklaştığı bir yer düşünmüştüm ama Çakraz tüm tecrübelerimi aldı götürdü benden. Tabi bunda bayram tatilinde gelmemiz dolayısıyla bizim de suçumuz vardı.

Çadır alanları arabalara tahsis edilmiş ve toplamda üç beş kamp müdavimi sayısız arabanın arasında yaşam mücadelesi veriyor, araçlarını otoparka çekenler ise arabalarında yatıp kalkıyor. Hemen Mehmet abi ile ufak bir toplantı yapıp Anatolian Eagles'ı ekibini aramaya karar veriyoruz zira yer sıkıntısı olursa bizi arayın demişlerdi.

 Bartın içerisinde bizi beklediklerini söyledikleri yerde buluşuyoruz onlarla ve derhal yola koyuluyoruz, hava kararmadan çadırları kurmamız, en azından yerini belirlememiz lazım.

 Hava kararmaya yakın İnkumu'na giriyoruz ve görüyoruz ki burada durum daha da beter. Arabalar otoparklardan taşmış, yol kenarına iki sıra halinda park etmişler ve içlerinde çocuklu aileler kalıyor.

 Mecburen plajda kuytu bir köşeye atıyoruz çadırlarımızı, keyfimiz kaçtı açıkçası karşılaştığımız manzara yüzünden ve sabah erkenden dönmeyi planlıyoruz, yeter ki geceyi gürültüden ve tacizden uzak geçirelim zira kentteki yerli turist potansiyeli pek de rahat bir gece geçireceğimizi söylemiyor.

Etrafın biraz sakinleşmesini bekliyoruz uyumak için, zamanı ise okey oynarak geçiriyoruz, memur kamplarında büyümenin avantajı ile bir okey masasından daha galip olarak ayrılıyorum (:


II. Gün
 Sabah saat 7 gibi dışarıdan gelen gürültülerle uyanıyorum, geç yatmama rağmen oldukça dinç hissediyorum kendimi bu manzarayı görünce.

 Bu manzara da sabah erken uyanmamın sebebi olan gürültülerin kaynağı, aklıma hemen şu meşhur 300 günübirlikçi videosu geldi.

 Motorları yükleyip yoldayız yeniden, dönüşte Safranbolu'ya uğrama niyetindeyiz.Yol güzel olunca çok duruyoruz fotoğraf çekmek için.

 Bartın Karabük yolu şu ana dek tecrübe ettiğim en güzel yollardan, virajlar ve manzara harika tek dezavantajı yolun kaplamasının kötü olması, mıcırlardan etkilenmemek için virajları fazla kenardan almamaya gayret ettik.



 Balıkgözü objektifin marifetleri

 Bir diğer molamızı ise yaklaşık 1500 metre rakımlı bir tepede veriyoruz, bu dev kazanlarda mısır haşlanırken arkada ise yöresel ürünler satılıyor.

 Manzara muhteşem ve rüzgar çok tatlı esiyor. Yollarsa iyice virajlandı, motoru yatırmak korkutucu olsa da oldukça keyif verici bu manzaraya karşı.

 O kadar moladan sonra ancak öğlen saatlerinde Safranbolu'ya varabiliyoruz, Amasra'dan sonra pek tenha geldi açıkçası.

 Hemen meşhur Tokatlı Kanyonu'na gidip su kemerini fotoğraflamak ve zemini camdan yapılmış olan terastan kanyonu izlemek arzusundayız.

 Yaklaşık 10 dakikalık bir sürüşten sonra Kanyona ulaştık.

 
 Ve cam terastayız, özel işletme olduğu için müze kart geçmiyor haberiniz olsun ancak giriş bedeli ise üç lira. Yaklaşık 75-100 metre derinliği seyredebiliyorsunuz ayaklarınızın altındaki devasa uçurumdan.

 

Tekrar motorlara binip karnımızı doyurmak için kent merkezine dönüyoruz, yöre halkından gelen tavsiyelere uyup soluğu Kadıoğlu isimli bir mekanda alıyoruz ve gördüğünüz Büryan kebabından sipariş ediyorum. Fiyatlar ise 15 ile 25 lira arasında değişmekte.

 
 Yemek yemeye giderken bir uçuş klübünün mikrolight ile Safranbolu turu ilanı ile karşılaşmıştım ve siparişimizi beklerken arayıp bilgi almıştım.

 
 85 Liraya yaklaşık 10 dakikalık bir Safranbolu turu attırıyorlarmış, telefonu kapatırken geliyorum diyorum zira hava bozmak üzereymiş ve hemen kentin girişindeki küçük piste gidiyoruz, motordan iner inmez biniyorum mini uçağa.

Kaptanımız oldukça tecrübeli zira yıllarca THK bünyesinde hafif hava araçları eğitmenliği ve kısım amirliği yapmış.

 Az önce yayan olarak ziyaret ettiğimiz Tokatlı Kanyonu şimdi ayaklarımız altında.

Bu anı tecrübe etmek isteyenler için yazının sonunda link mevcut.

 Kaptanın bahsettiği hava kendini hissettirmeye başlayınca ufak ufak türbülanslar eşliğinde inişimizi yapıyoruz kalktığımız piste.

 Dönüş yolunda mola vermek pek de keyifli olmuyor o yüzden benzin ya da ufak dinlenceler dışında pek durmadan devam ediyoruz.

Ve evdeyim, yaklaşık 36 saat süren tur boyunca 700 kilometre yol yapıp 14 saate yakın motosiklet sürdük.

Bir başka gezi yazısı daha, bu sefer daha uzun menzilli yazarım umarım (:

Teşekkürler sabrınız için.













Safranbolu Mikrolight Turu

10 Haziran 2013 Pazartesi

Chopper ile Chapullamaca (İçege üzerinden tekerimizi Akdeniz'e değdirip yeniden İçanadolu'ya dönüyoruz)

Yıllık izin alamıyorum gibi duruyor hatta durmuyor alamıyorum eğitimim dolayısıyla ve kesinleşmiş bir durum da yok; ben de ufak fırsatları değerlendirmek istedim ve Ankara'ya yakın motosiklet festivallerine katılmaya karar verdim: İlk olarak Isparta/Eğirdir festivaline doğru gaz açma niyetindeydim ki Ekşisözlük'den motorcu dostların da katılacağını duyunca kararımın kesinleşmesi pek de uzun sürmedi.

Hemen rotam hakkında ufak detaylarla başlayalım


7 Haziran 2013 Cuma öğleden sonrası için işyerinden izin alıp yola koyulma niyetindeyim. Harita üzerinde daha kestirme noktalar da mevcut ancak yolların durumunu bilmediğimden dolayı riske girmek istemiyorum. Nitekim ne derece isabetli bir karar verdiğimi ise kampta arkadaşlarla buluşunca anlıyorum. Dönüşü ise hem biraz yol yapmak hem de şu "meşhur" etli ekmekten tatmak için Konya'dan yapmayı planladım. 


I. GÜN




 Kamp gereçleri, depo üstü çanta ve bavul olarak hazırlanmış yan çantalarla yola hazırım. Öğle paydosunu müteakip hemen yola koyuluyorum ki gece karanlığına kalmadan Eğirdir'e varıp çadırı kurayım. Mesafe çok da uzak değil ancak motorun görece uzun yol için pek de rahat olmayışı ve benim de fotoğraf çekme ve dinlence merakımdan ötürü ciddi bir risk var gibiydi hava kararmadan önce varmam konusunda (:


İlk duruşumu Temelli'de yapıyorum bir iğde ağacının gölgesinde, bu mevsimde serin bir esintiye kapıldığınızda iğde ağaçlarının kokusunu almanız olasıdır ancak motosiklet sürüyorsanız şayet, o nahoş kokuyu her daim alırsınız.

Sivrihisar yarları en güzel görüntüyü, batıdan doğuya gidenler için güneş doğarken veriyor zira tam bir silüet halini alıyor o zaman o sivri tepeler. Güneş tam tepedeyken yani o güzel görüntü ortada yokken ben de büyük makinayı çıkarmaya üşeniyorum ve cep telefonu ile çekip yola devam ediyorum tabi esas niyet biraz da kıçımı dinlendirmek.

 Sivrihisar'ı aştım ve Emirdağ civarlarındayım ancak önümde yoğun bir kütle var fakat yağış yok derken bazı tepelere yağmur yağdını görüyorum. Düşünmeye gerek yok yol ordan geçer mi acaba diye zira hep göbeğine dalıyor yollar tüm meteorolojik hadiselerin, bir kere olsun sağımdaki solumdaki boş araziye yağmur yağdığını görmedim. Neyse bu kadar çapulculuk yeter, biz yazımıza dönelim.

Yukarıdaki fotoğraftaki bulutları bu kez dikiz aynasında görüyorsunuz, haliyle hava, tepeleri aştıkça güzelleşmeye devam ediyor.

Denizli Sapağını geçtim ve hava kararmadan varabileceğim sanırım, artık burnumuzu iyice güneye çevirdik ve güneşi sağdan alıyoruz yol boyu. Burdan sonraki Eğirdir'e olan yol tek şeritti ve yer yer çukurlar mevcuttu ve tabii tarlalardan aniden çıkan pancar motorlarını da dikkate almak lazım.


 Ve kamp alanı, nam-ı diğer Altınkum Plajı'ndayım. Arkadaşlar saolsunlar çadır için yer ayırmışlar bizlere motorları park edip çadırımızı kuruyoruz hemen. Ankara'dan gelen diğer arkadaşlar ise google amcanın önermediği ve benim yazmın başında bahsettiğim kestirmelerden gelmişler motorlarının fotoğraflarını çekemedim lakin kalay isteyen bakırlara dönmüştü güzelim motorlar.

 Eğirdir Gölü'ne nerden bakarsanız bakın göreceğiniz manzara sıradan bir Ege koyunda göreceğiniz deniz manzarasından farksız olacaktır zira göl hakikaten de çok büyük ve plajı da isimini hakeder nitelikte.


 Malumunuz ilk gün motora bir daha pek binilmez, ben de ekşisözlük'ün iki fenomen yazarını alıp iki yanıma bir kaç kadeh bir şeyler içip sıkı bir uyku için lojistik destek sağlıyorum. Ertesi gün yapılacaklar listesi kalabalık zira.


II. GÜN



  Gece aralıklarla yağmur yağdı ve tenteye düşen yağmur tanelerinin sesleri arasında efsanevi bir uyku çektiğimi söyleyebilirim. Sabaha hava biraz açık lakin öğleden sonrası neler olacağını accuweather bize söylüyor.

 Cumartesi akşamı festivale katılan motorcu sayısı 200'ü geçmişti, cumartesi sabahı ise bundan daha az bir sayıyla bir ilçe turu atıldı ve Atatürk anıtına çelenk konuldu.

Molalarda enduro sürücülerindeki rahatlığı gördükçe aklım bu makinalara gidiyor ancak "dava" satılmaz güdüsü ile choppera devam diyorum, bakalım nereye kadar sürecek davamız.

 Toplu sürüşten bir kare

İşte çapulcu Ekşisözlük'ün motorcu yazarlarından bir kısımı.  Soldan sağa, Okan, Rıza, Akın, ben ve Erkan. İsimleriyle hitap ettiğime bakmayın, en küçükleri benden 10 yaş büyük (:


 Ufak bir ilçe için yeterince büyük bir organizasyon söz konusu olunca kaymakam ve belediye başkanı da katıldılar sürüşe ve müteakip törene. Belediye başkanı siyasi pozisyonuna uygun bir konuşma yaparken kaymakamın da devleti temsilen daha kapsayıcı bir konuşma yapmak isterken kurduğu cümleler elbette kaçmadı dikkatlerden.

 Hemen ilçe merkezindeki bu medrese tadilat görmüş durumda ve içerisi bir tür çarşıya çevrilmiş, diğer kapısı ise yine tarihi bir yapıya, Hızır Bey Camii'ne açılıyor. Aşağıda bir kaç kare mevcut caminin içerisinden ve dışarısından çekilmiş.


Caminin içinden bir görüntü, ahşap sütunlar kullanılmış ve harika görünüyorlar.

 Ufak ve de yaya ilçe turumuzu tamamlayıp motorlarımıza atlıyoruz ve ilk olarak Eğirdir'e yaklaşık 25 km mesafedeki Kovada gölüne gidiyoruz.

Göl, Kovada Milli Parkı sınırları içerisinde, ayrıca içeride endemik sayılabilecek bitkiler de mevcutmuş. Bu doğu çınarına gelirsek, kaç yıllık olduğuna dair bir bilgi yok.


 Burası da Kovada Gölü, göl çok sığ ve etrafı bahsettiğim endemik türlerle kaplı ormanla çevrili.
 


 Toplu bir poz daha verelim.

 Yine gölden bir görüntü.

 Bu da çalışkan Çekirgemiz.


Ancak yağmur bizi yalnız bırakmıyor hatta günün geriye kalanında da sık sık ziyaret ediyor hafif şiddetli de olsa.

Kovada Gölü'nden ayrılıp bu kez Zindan Mağarası'na doğru gaz açıyoruz, dağların arasından ve de tepesinde bir mağara olan Zindan Mağarası 765 m derinliğinde.


 Mağaranın başlangıç kısımları için platform oluturulmuş ve rahatça yürüyebiliyorsunuz.

Ancak sonrası için de upuzun demirden bir asma köprü inşa etmişler ve bazı kesimlerde kafanızı ya da vücudunuzu sakınarak yürümeye başlıyorsunuz.

 Ancak mağaradaki en sinir bozucu şeylerse tabii ki yarasalar, birkaç kez kafamıza salvo yaptılar. Bu fotoğrafta ise mağaranın ortalarında bir yerlerinde tavana tünemiş durumda sayısız yarasayı görüyorsunuz. Bir de video çektim size o korkunç seslerini dinletmek için ama -yalan yok- üşendim şimdi yüklemeye.


Mağara gezisi de bitti, sırada bir şeyler yemek var.

Mağaradan sonra hemen aşağı tarafta bulunan bu balık çiftliğine geliyoruz. Anlatılanlara göre kiremitte alabalığı meşhurmuş.


Anlatılanlar gerçek gibi, hele bir de fiyatı da 10 lira olunca hakikat halini alıyor anlatılanlar.

Hakikate tapanlar da burada.

Bu günün son durağı ise Eğirdir'i kuşbakışı izleyebileceğiniz yaklaşık 1300 metre rakımlı bir tepe, yaklaşık 5 kilometrelik bir varyanttan sonra ulaşabiliyorsunuz ve buraya da bir kafe yapmışlar.


III. GÜN



En çok yolu bugün yapıp dahası en çok molayı da bugün vereceğimden sabah erkenden yola çıkıyorum ve Beyşehir Gölü civarlarında ilk molamı veriyorum. Yolda duracak bir ağaç altı bile yok, neyse ki hava çok yakıcı değil. Biraz su içip devam ediyorum.

Çok geçmeden Beyşehir'e varıyorum, burada ikmali yaptıktan sonra biraz da oyalanıyorum kent içinde, maksat karnım acıksın ki Konya'da iştahla yiyeyim etli ekmeğimi.


 Ve Konya'dayım, hayatımda ilk bisiklet yolunu bu şehirde (İstanbul'daki münferit parçacığı saymıyoruz de mi ama) görüyorum. Genç yaşlı demeden bir çok insan bisiklete biniyor burada.
 

Kadraja sığdırabilirdim ancak ayağa kalkmaya o kadar üşendim ki. Bir etli ekmeğin fiyatı ise 6 Lira.

Konya'dan sonra Kulu'ya kadar muazzam bir düzlük söz konusu, hatta sinir bozucu bir düzlük söz konusu. Ben de motorumu tır parkına çekip biraz olsun sıkılganlığı atmak için kulaklığımı takıyorum ve müziğimi açıp tekrardan çıkıyorum yola ancak daha ilk şarkı bitmeden bakın ne geldi başıma.


Dinlediğim müziğin etkisiyle olacak ki bir süre yaklaşık 140 km hızda gittim, yol üzerindeki tek rampanın arkasında ve üstelik yolun solunda pusuya yatan polis aracını gördüğümde ise hızımı ancak 112 km'ye düşürebilmiştim ki bu da yetmedi ve ilk cezamı yedim.


Ancak daha da ilginci polisler benimle fotoğraf çekilmek istedi ve bana maillerini verdiler fotoğrafları istiyorlarmış. Hatta yetmedi şefleri bir de motorumla fotoğraf çekilmek istedi. Onlar o anı ölümsüzleştirirken, Ben de bu anı ölümsüzleştirdim.

Kulu'ya kadar başka polis ekibi yokmuş ( bu bilgiyi de bana polisler veriyor) ancak bu kez de iki farklı yağmur kütlesi ile karşılaşıyorum. Birisi fotoğrafta gördüğünüz gibi tam karşımda ve birazdan beni kucaklayacak olan. Diğeri de yolun sol tarafındaydı ve tehlike arz etmiyordu.


Eh yağmuru da yedikten sonra Ankara semalarındaki bu güneş sadece üzerimdekileri kurutmaya yarıyor.


Bitirirken;

Ufak ilçelerde, yerel halkla içiçe bu tip geniş katılımlı ve farklı temalarda şenlikler yapılarak görece daha az gelişmiş yerlerin biraz daha gelişeceğini en azından "aa bu da varmış" diyerek hoşgörü ve farklılıkları daha kolay benimseyebileceklerini düşünüyorum.

Beraber yol yaptığım dostlarıma, Harika şarkılarıyla Konya Ovası'nı çekilir kılan Iron Maiden'a ve son günlerdeki duyarlılığıyla arkadaşlarım için hazırladığım bu raporda bana ilham olan Türkiye halklarına teşekkürler.

Dilerim başka gezi yazılarım da olur.