Sayfalar

25 Mayıs 2025 Pazar

Mudanya Triatlonu

İlk triatlon yarışım; daha doğrusu hayatımdaki ilk sportif müsabaka.
Üniversiteyi bitirdiğimden beri kilo sorunum daha doğrusu çok yeme sorunum var diyebilirim. Her iki üç yıllık periyotlarda kilo alıp kilo veriyorum. Zayıflama evrelerinde eğer motive olabilirsem az yemek beni rahatsız etmiyor aksine zaten güdülenmiş olduğum için kafama koyduğum şeyi yapıyor olmak bana keyif veriyor ama bu keyif alma durumu çok sürdürülebilir olmuyordu ve yeniden kilo almaya başlıyordum. Daha önceki kilo verme süreçlerimde kalori açığını günlük diyetimden kısarak sağlıyordum ve en iyi ihtimalle ayda birkaç kez koşu bandına çıkarak kalori yakmayı umuyordum. (Koşu bandı motivasyonu sağlamak bence diyet motivasyonundan daha zor.) 

Biraz Ankara’ya taşındığımız için şehir pratiklerinin basitleşmesi biraz da çocuğun büyümeye başlaması ile içimde bir yerde yeniden kilo verme ve verirken farklı bir şeyler yapma isteği uyandı; Bu vesileyle 2024 yılı başlarında, 37 yaşımda iken bir havuza kaydolup yüzmeye başladım. Bu arada, Ankara'ya taşındıktan sonra birkaç kez gerçekleştirdiğim Ankara'ya yakın belli başlı dağlara tırmandığımı da hemen belirtmek isterim ancak hiking, özellikle kent içi koşullarda, çok sürdürülebilir ve güdüleyici gelmedi bana. Neyse tekrar yüzmeye dönelim. Senede iki hafta gittiğimiz tatillerden bir kulaç aşinalığı vardı tabi, hatta halk arasındaki yakıştırmayla yüzmeyi "çok iyi" biliyor durumdaydım. Korkusuzca açılıp, uzun mesafeler katediyordum ama bu tabiki rekabetçi bir yüzme olmaktan çok uzaktı. Seri kulaç atmaya başlayınca 20-25 metreden sonra yoruluyordum. İmdadıma youtube yetişti, bazı yabancı kanalları izleyerek, yoğun kulaç atışı yerine yavaş ama sürdürülebilir kulaç taktikleri ve biraz da nefes egzersizleri ile birkaç yüzme gününün sonunda aralıksız 500 metre yüzmeye başlamıştım. 

Yüzmenin verdiği motivasyonla koşuya da başladım. Koşuda da durum çok farklı değildi, birkaç yüz metre bile koşamadan nefes nefese kalıp duraklıyordum ancak imdadıma yine youtube'dan Fatih Topçu ve Koşuforum'dan Mert Derman'ın yazıları yetişti. Çok düşük tempoda koşularla artık birkaç km durmadan koşabiliyordum ancak nabzım 170 lerin altına inmiyordu. Aynı kişilerin taktikleri ve bir dağ tırmanışında tanıştığım arkadaşım Rahmi'nin tavsiyeleri ile 2024 yılının yaz aylarında 6:00 pace ile 5 km koşabilir hale gelmiştim. 

Bu esnada hedeflediğim kiloya neredeyse erişmiştim ama yüzme ve koşuda kendimce bu kadar yol aldıktan sonra sporu bırakmak istemedim ve ikisinin de kullanılabileceği bir organizasyon aramaya başladım. İşyerinden arkadaşım Okan triatlon müsabakalarına katılıyordu ancak triatlon bana hem zor hem de ulaşılmaz görünüyordu. Üstelik bisikletim bile yoktu. 

Federasyonun web sitesini incelediğimde ise aquatlon isimli bir branş olduğunu gördüm ama 2024 yılı içerisinde katılabileceğim bir aquatlon müsabakası yoktu. Birden gözüme Mudanya'da ilk kez yapılacak olan triatlon müsabakası takıldı. Sprint yani kısa mesafe olarak yapılacaktı ve benim mesai takvimime de çok uygundu. Yarışa yaklaşık iki ay vardı, bu yarışa katılacaktım ve sonuç ne olursa olsun yarışı bitirmeliydim. 

Ekim ayına girmiştik ve bisikleti almıştım, direkt spd pedallarla başlamak istedim ve diğer ekipmanları da tedarik ettikten sonra iki farklı günde brick antrenman yaptım. 100 metreyi havuzda yaklaşık 3 dakikada yüzüyordum, bisiklette bir ölçüm alamamıştım, koşuda ise 5 kilometreyi 30 dakika altında zorlanmadan bitiriyordum. Her şey beklendiği gibi giderse yarışı bitirebilecek gibiydim. 

12 Ekim 2024 Sabahı eşim Melek ve oğlum Güneş ile beraber yola çıktık, öğleden sonra Mudanya'ya vardığımızda fırtınalı bir deniz bizi karşıladı. İstanbul'da yaşarken lodos fırtınalarını tecrübe etmiştik, tıpkı o günlerdeki gibiydi deniz. İnanılmaz bir rüzgar vardı, hava kapalıydı ve deniz adeta çalkalanıyordu. Biraz tadım kaçtı ama bizimkilere çaktırmamaya çalıştım. 
Melek, "denizin durumu böyle olursa yarış iptal edilir mi?" diye sordu. 
"Hayır edilmez ama yüzme etabı iptal edilerek duatlona çevrilebilir" diye yanıtladım. Bir yandan denizden ötürü tedirginlik vardı ama öte yandan da ilk müsabakamın duatlon olmasını istemiyordum. 

Ertesi sabah erkenden uyanıp değişim alanına gittim. Rüzgar biraz dinmişti ama deniz tıpkı dünkü gibi kabarıyordu. Elitlerin yarışı ertelenmişti ve denizin durumuna göre karar verilecekti. Tekrar otele dönüp hafif bir kahvaltı yaptım ve hazırlıklarımı yapıp ailece değişim alanına doğru yola çıktık. Elitlerin yarışı başlamıştı ve yüzme iptal edilmemişti. Ailemle vedalaşıp değişim alanına girdim, inanılmaz bir kalabalık vardı. Herkes çok neşeliydi ve hiçkimse denizin durumunu konuşmuyordu. Su sıcaklığı 21 derece idi, hava sıcaklığı ise 17 derece idi. Ben de ortam neşesine ayak uydurayım bari dedim, hazırlıklarımı tamamladım ve start için plajda yerimi aldım. Böylesi dalgalı bir denizde ilk kez yüzecektim. 

Denizin durumunu size şöyle anlatayım, Ege'de ya da Akdeniz'de rüzgarlı günlerde denizde elbet dalgalar olurdu ve dalgaların bir frekansı oluyordu, hemen hemen eşit aralıklarla ve benzer yüksekliklerde oluyordu dalgaların boyu ve kıyıya vurma aralığı ama Mudanya'da durum o gün farklıydı. Sanki bir su şişesi gelişigüzel sallanıyor gibiydi, kıyıya vuran şiddetli bir dalga yoktu ama deniz sürekli kabarıyordu.
 
Sirenlerin çalması ile suya girdik, su beklediğim kadar soğuk değildi, ilk birkaç adımdan sonra hemen deniz derinleşti ve kendimi suya bıraktım. O esnada tecrübesizlikten kaynaklı hiç hesap etmediğim bir sorunun daha beni zorlayacağını anlamam çok geç olmadı; Kıyıdayken görülen parkur dubaları suya girince görülmez olmuştu çünkü deniz çok dalgalıydı. Aksi gibi hiçbir zaman unutmadığım buğu önleyici kalemimi almayı unutmuştum ve gözlüğüm yavaş yavaş buğulanmaya başlamıştı. Yüksek numara hipermetrop ve astigmatımla birleşince daha ilk birkaç dakikada görüşümü tamamen kaybettim. Kendimi kalabalığa bıraktım, insanlar nereye yüzerse oraya yüzüyordum ama dalgaların düzensiz olmasından ötürü nefes alacağım zamanları ayarlayamıyordum, çok kez nefes almak için kafamı çevirdiğimde suratımda dalgalar patlayacaktı. 

Etrafım iyice tenhalaşmıştı, takip edebileceğim bir kalabalık kalmadığından sık sık durup, gözlüğümü çıkarıp dubalara bakmak zorunda kalıyordum. Dubaları görmek içinse, dalgaların beni ya da dubaları kaldırmasını bekliyordum. Bu esnada arka tarafımdan imdat sesleri yükseliyor insanlar panikle cankurtaran teknelerine seslerini duyurmaya çalışıyordu. Tekneler insanları toplamaya başlamıştı. Acaba beni de alacaklar mıydı? Kendimce çok zahmete katlanmış ve emek vermiştim, her şeyden önemlisi oğlum kıyıda beni izliyordu, sonuca hiç odaklanmıyordum, ne olursa olsun bu denizden yüzerek çıkmalıydım. 

Tekneler etrafımdaki insanları aldıkça bir de onların dalgasıyla mücadele etmek zorunda kalıyordum. Birinci dubaya yaklaştıkça aslında kuvvetli bir akıntıya karşı yüzdüğümüzü anladım. Artık sık sık durup dubayı kontrol ediyordum ve her duruşumda dubadan gözle görülecek derecede hızlı biçimde uzaklaşıyordum, adeta bir nehirde gibiydik. Var gücümle yüzerek dubayı döndüm ve akıntıyı arkama alarak diğer dubaya doğru yüzmeye başladım. Dalgalar sağımda, kıyı solumda ve akıntı arkamda kalmıştı. Bir anda keyfim yerine geldi, gözlüğün buğusu da yavaş yavaş geçiyordu ve birkaç dakika içerisinde diğer dubaya ulaştım. Son dönüşü de yaptım ve kıyıya doğru yöneldim. Ritmimi bulmuştum, hiç durmadan birkaç dakika gidip yeniden durakladım ve kıyıya, bitiş takına doğru bakınca ufak çaplı bir şok yaşadım. Akıntı bu kez beni varış noktasından çok uzağa sürüklemişti, rotamdan ciddi derecede sapmıştım. Sighting yapmanın önemini kavradığım yer tam burası oldu. Tam bir tecrübesizdim. Tekrar panikle yüzmeye devam ettim ancak rotamı düzeltemiyordum, hala sürükleniyordum. Son çare bitiş takını değil de daha sol tarafı hedef alarak yüzmeye başladım ve kalabalığı yakaladım, keyfim yeniden yerine gelmişti ve simsiyah denizin dibinde deniz çayırları görünmeye başlamıştı, kıyıya yaklaşıyordum. 

Son bir gayret ile sudan çıktım, diskalifiye olmuşumdur diye düşünüp yavaş adımlarla yürürken hakemler bayrak kaldırıp değişim alanını işaret etti ve bisikletime doğru koşmaya başladım. Değişim alanında neredeyse hiç bisiklet yoktu. Bisikletimi alıp Mudanya sokaklarına daldım, hayatımda ilk kez denizden, üstelik böylesine yüksek bir nabızda, çıkmışken bir başka efor gerektiren faaaliyete atılıyordum. 20 Kilometrelik parkuru tamamladıktan sonra yeniden değişim alanındaydım, koşu ayakkabılarımı giyip bu sefer old cityde oluşturulan koşu parkuruna girdim ve her turda oğlumdan bir beşlik alarak yarışı tamamladım. Çok ama çok mutluydum, özellikle yüzme aşamasından çıkmış olmak bana fevkalade bir özgüven verdi. Bu kadar keyif aldığım bir aktiviteye devam etmemem yanlış olurdu, 2025 yılı için hazırlıklara başlamalıydım.

19 Mayıs 2025 Pazartesi

Ankara 19 Mayıs Yarı Maratonu 2025

Yaklaşık 15 Yıl önce bu blogu açmışım, başlangıçta heavy metal şarkı çevirileri yapmaya çalışırken motosiklet gezi raporları girmeye başlamışım sonra bir kaç kamera incelemesi ve thy süreci nihayet şimdi de spor serüvenime yönelik yazılar var, ne kadar daha yazı gireceğim ve ileride ne tür yazılar olacak kestiremiyorum ama arzum çocuğuma ve dilerim ki torunlarıma bir nevi anı bırakabilmek olmuş sanırım. 

Gelelim Ankara 19 Mayıs Yarı Maratonuna: Runkara'dan sonra Ankara bir yarı maraton daha kazandı dilerim kalıcı olur. Bir önceki Adana yarış raporunda bahsettiğim yarış sinerjisine sanırım doymaya başladım, Ankara'da çokça yarış olmaya başladı; artık koşu yarışları için il dışına gitmeyi planlamıyorum en azından 2025 için gitmem sanırım. 

 Ocak sonu ve nisan sonunda yaşadığım iki hastalık beni birer hafta antrenmansız bıraktı ve birer haftalık bu boşluklar bile beni birkaç ay geriye attı. Mayıs başındaki Gelibolu Triatlonundan sonra koşuya bakışım da değişti hepsini uzun uzun anlatırım ama şimdi bu yazının konusuna yani 19 Mayıs Ankara Yarı Maratonuna dönelim: 

Yarıştan bir günce önce koşuforum'dan bir kullanıcı, belediyenin paylaştığı yol kapalılık güzergahlarına göre bir strava rotası yapmış, rota tam simetrik yani 10.5 kmlik gitgelden oluşuyor ve yaklaşık 350 metre irtifa kazanımı var. Ultraları çıkarırsak ülkemizde yapılan hiçbir yol koşusunda böylesi bir irtifa alımı olduğunu sanmıyorum. Kıyaslama açısından belirteyim, Eymir bir turunda yaklaşık 45 metre, Adana Yarı Maratonunda ise yaklaşık 100 metre irtifa alımı var. Bugünkü yarış öyle bir parkurdaydı ki, yarışın başladığı ve bittiği Ata Çiftliği bile rolling bir profile sahipti.
Yarışa arabayla gelmek çok ama çok konforluydu, yaklaşık bir saat önce çiftliğe geldim, aracı park edip sandalyemi kurdum ve biraz istirahat edip hazırlıklarıma başladım. Organizasyonu her ne kadar belediye gibi lojistik imkanları kuvvetli bir örgütlenme yapsa da halka açık bir koşuydu ve etraf koşu harici pikniğe gelen insanlardan dolayı çok kalabalıktı. Suların planlanandan erken tükeneceğini düşünerek biraz da tıp bayramı koşusunda yaşadığım tecrübe nedeniyle trail yeleği ile koşmaya karar verdim. Yanıma üç adet jel ve bir litre kadar su aldım. 

Yarış tam 11:00'de başladı, başlar başlamaz hafif bir yokuş vardı ve öyle sanıyorum ki insanları biraz temkinli olmaya itti. Güncel durumda 6:00 pacede beklediğim nabız 150 idi ancak biraz yarış heyecanı biraz da göğüs bandının başlangıçta randımansız olabileceği iddialarını ciddye alarak üzerine 170 leri görmeme kafama takmadım. Artık nabıza bakmayacaktım, bütün yarışlarda nabzım yüksek çıkıyordu zira. 

Hafif tırmanışlı ilk kilometreden sonra çok dik bir iniş ile çiftlik dışına çıktık ve Konya yolunu katedip rotaya girdik, ikinci ve daha uzun bir tırmanış başladı, bazı atletler geri geri yani ters koşmayı deniyordu. Bu tırmanış da da bitince ferah bir köy yoluna geldik burası sonradan anlayacağım üzere parkurdaki tek düzlük alanmış. Yaklaşık iki üç kilometre bu düzlükte ilerledikten sonra Karaoğlan köyüne geldik ve önce sert bir tırmanış sonra da uzun sürecek bir iniş ağırlıklı rollinge başladık. 

Yarışın ilk kilometrelerinde bir arkadaş edindim ve tempomuz çok benzer olduğu için tüm yarış beraber koştuk özellikle ilk 10 kmde kendisiyle bol bol sohbet ettik. Yaklaşık sekizinci kilometrelerde ön grup ile karşılaştık, timing aracına göre 42. dakikada idiler ve bizim indiğimiz yokuşu çok diri biçimde çıkan Afrikalı ve Türk Atletleri selamladıktan sonra gözlerimiz dönüş noktasını aramaya başladı. Özellikle bu kilometrelerden sonraki eğimler çok dikleşmişti. 

10.5'de dönüşü yaptıktan sonra Atatürk koşusu parkuruna benzer sert bir yokuşta arkadaşla beraber kendimizi bıraktık, çıkışlarda 6:00 pace civarı 185 nabız görürken inişlerde 4:30 pace civarı 175 nabız görüyordum. 12. Kilometreden sonra sohbet kesildi, artık iyice yorulmuştum, Karaoğlan köyü sonrası inerken fark etmediğim yokuş çıkarken beni çok zorluyordu, yaşım 38 ve nabzım 185'in altına hiç inmiyordu. 16. Kilometrede son jelimi de aldım ve suyum bitti. Sadece beş kilometre kalmıştı neyseki bundan sonrası basitti. 

Son iki kilometrede, çiftlikten çıkarken indiğimiz dik yokuşu şimdi tırmanmanız gerekiyordu, kafamı kaldırıp baktığımda neredeyse herkesin yürüdüğünü gördüm ki biz orta gruptaydık. Ben de yaklaşık 8:30-9:00 pacelerde yokuşu tırmandıktan sonra çiftliğe girdim ve son inişli çıkışlı metreler başladı. 

 Tam 120 dakikada yarışı bitirdim. Garmin saatim yaklaşık 21.3 KM ölçmüş. Fotoğraf yarış öncesinden, yarış sonrası çok halim kalmamıştı açıkçası.
Bitiş alanında sponsorların ve belediyenin ikramları beklentimin üzerindeydi, tedirgin olduğum su konusu hiç problem olmadı. Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Türkiye Atletizm Federasyonu'na güzel organizasyon için teşekkür ederim. Yarış birazcık şehir dışında olduğu için ve ilk kez düzenlendiği için hiçbir gönüllü fotoğrafçı gelmemişti ancak profesyonel fotoğraf hizmeti alınabilirdi, belediyeye de bu durumu ileteceğim. Sabrınız için teşekkürler.

6 Ocak 2025 Pazartesi

Adana Yarı Maratonu 2025

İlk yarı maratonum için 4 Ocak 2025 Cumartesi sabahı nöbetten döner dönmez eşim ve çocuğumu alarak Adana'ya doğru yola çıktık. Kit dağıtımı saat 16:30'a kadar süreceği çok oyalanmamak arzusundaydık ancak oğlumuz Güneş'in henüz yola çıkar çıkmaz başlayan karın ağrısı bizi ilk 50 kilometrede iki kez durdurdu. Bu şekilde bir seyahatin ve konaklamanın çok da iyi geçmeyeceğinden hareketle geri dönüş kararı almanın kıyısına gelsek de Güneş ısrarlı ve olgun bir tavırla Adana'ya yola devam konusunda ısrarcı oldu.

Kilometreler geçtikçe Güneş'in keyfi yerine geldi tabi bizim de. Hele bir de, kış güneşinin altında pırıl pırıl parlayan Erciyes'i görünce keyfimiz iyice yerine geldi. Hasan Dağı'nın ise 2500'den sonrası bulutluydu o heybetini bize pek göstermedi ancak Aladağlar ve nihayet Bolkarların o karlı tepelerini izleye izleye Niğde Otobanı'nın son 50 kilometresini geçirdik.


Erciyes Dağı

Hasan Dağı

Aladağlar


Saat 15:45 civarında Adana'ya, büyükşehir belediye tiyatro salonuna ulaştık. Kit dağıtımı iki gün boyunca sürüyordu son bir saat olmasından mütevellit oldukça yoğun bir kalabalık vardı. Fotoğraf rıza onama formunu doldurup kitimi aldım ve hemen otele geçtik, eşyaları bırakıp yemek yemeye çıkacaktık ancak dönüşte zor olacağından hissiyatla hemen yarış kıyafetlerimi hazırladım ve numaramı alıp kemere taktım, sabah uyanır uyanmaz birkaç dakikada hazır olabilecek olmanın verdiği rahatlıkla kebaba düşebilirdik artık. 

Özel olarak şurası ya da burası demiyeceğim, herkesin Adana'da kebapçı tavsiye eden bir arkadaşı vardır sanırım ancak yoksa da sorun değil Google tavsiyelerine bakın yanılmazsınız. Biz de eşimin üniversiteden eski ev arkadaşının tavsiye ettiği yerlerden birisine gittik ve oldukça memnun kaldık. Daha sonra bunu gözümüze çarpan ilk tatlıcı ile taçlandırdık ve nihayet bir puba oturarak Güneş'in haftasonu ödevlerini yapmaya başladık bir yandan da yarış için son karbonhidaratı almaya başladım.

Yarış sabahı 07:15'de uyandım. Starta tam iki saat vardı, otel ise start alanına 700 metre mesafedeydi. Hafif bir kahvaltı için otel restoranına çıktım ve gördüğüm manzara beni etkilemedi desem yalan olur, neredeyse bütün masalar doluydu ve hepsini yarış için gelmiş atletler doldurmuştu. Rengarenk elbiseler daha önce görmediğim ayakkabılar, yüksek bir enerji ve tabiki bolca neşe. 

Bu yazıyı çokça teknik detaya boğmak istemiyorum zaten o kadar tecrübem ve bilgi birikimim de yok; ancak koşunun daha doğrusu spor yaparak bir komüniteye katılmanın verdiği histen biraz bahsetmek istiyorum, bu kısımları okumak istemeyenler sonraki paragrafa geçebilir. 38 yaşındayım ve yapmaktan keyif aldığım uğraşıların sosyal ortamında olmak bana keyif veriyor hatta öylesi bir keyif ki bu etkinlikleri iple çekiyorum ve bu anları hızlıca tüketmemek için elimden geleni yapıyorum. Çok sevdiğiniz bir roman hiç bitmesin diye yavaşça okur sindirirsiniz ya işte öyle bir şey bahsetmek istediğim. Bu ilk gençlik yıllarımda motosiklet sürmek ve motosiklet sürenlerle sosyalleşmekse yine aynı yıllarda metal müzik dinlemek ve metal müzik festivallerine gitmek şeklinde de ayrıca vuku buldu. Daha sonra bu hissi fotoğraf çekerken ya da yapmaktan keyif aldığım başkaca hobilerde de buldum.. Zorlu dağ tırmanışları ve onun kitlesinin de yine yaşattığı hisleri eklemeden geçemeyeceğim. Her bir uğraşı benzer hazlar yaşattı bana, seninle aynı heyecanı paylaşan, aynı dili konuşan insanlarla beraber bir arada olma ve bir etkinliği deneyimleme keyfi, tıpkı bahar şenliklerinde hissettiğiniz keyif ve aidiyet duygusu gibi bir şey bu bahsettiğim.

Saat 08:45'de Merkez Park'da ısınma hareketlerime başlıyorum, her yer cıvıl cıvıl. Hava çok güzel, şu anda Ankara'da olsaydım puslu bir ocak sabahında uyansam ne sıkıcı olurdu diye geçirdim içimden. Onbeş dakika sonra 10K startı veriliyor ve yavaş yavaş start alanına doğru harekete geçiyorum. Bu esnada çok yavaş bir tempo ile jog atıyorum (şu anki kondisyonuma göre 8:30-9:00 Pace) ve 140 nabzı görünce biraz tadım kaçıyor. Beklemediğim yüksek bir nabız bu tempolar için. Her ne kadar çok yeni olsam da 140 nabıza 7:00 pacelerde ulaşırken ısınma esnasında bu değerleri görmeye biraz da heyecana bağlıyorum. 

Daha önce iki saati aşan iki antrenman yaptım ve ikisini de yaklaşık 6:30 pace ile tamamladığım için bu yarışta en arkadan çıkacağım ki hızlı gidenleri engellemeyeyim. Saat 9:15'de koşu başlıyor ve ben en arka gruptan tam da hesapladığım gibi 6:20 tempo ile yarışa başlıyorum. 

Biraz teknik detaylar: 
Bu paragraftada çok kısa süre önce başladığım antrenman serüvenimden bahsetmek istiyorum. Strava'daki verilerime göre, yüzde 95'i Temmuz 2024'den sonrası olmak üzere 89 tane koşu antrenmanı yapmışım, 588 kilometre yol katetmişim. Garmin göğüs bandından aldığım nabız verilerime göreyse 6:30 pace'de nabızım 150, bir saatten sonra bu değer her 10 dakikada bir puan kadar yükseliyor. Garmin yarış öngörücüm ise yarı maratonu 1 saat 51 dakikada bitireceğimi söylüyor. Laktat eşiğim ise 176 nabız ile 4:55 pace imiş. Son olarak bu yarıştan tam bir hafta önce 89. Atatürk Koşusu 10K'yı, (5:27 Pace) 5:43 Grade Adjusted Pace, 164 nabız ortalaması ile koşmuşum. 

İlk birkaç kilometreden sonra 10K koşusunun en arka grubuna yetişiyorum, çok kalabalıklar. Bu esnada arkadan bir araç sesi duymaya başlıyorum ama çok önemsemiyorum, hakem aracıdır diye düşünerekten kenara çekilip koşuya odaklanıyorum ancak araç bir türlü beni geçmiyor. Yol kenarında koşuya izleyen halkla selamlaşıyoruz sık sık. İki kişinin yanında geçerken el kol hareketleri ile benim bulunduğum bölgeyi göstererek sohbet ediyorlar:

-Bu ambulans niye?
-Dökükleri toplamak için, aha bak bunların hepsi dökükler, düşüp bayılacaklar birazdan ambulans da bunları alıp götürecek. 

Adamlar haklı, ilk yarı maraton tecrübem olduğu için yarışı sağlıkla bitirmek tek hedefim dolayısıyla çok sakin gidiyorum ancak yine de düşünmeden edemiyorum, insanoğlu kendi iç dünyasında başkaları hakkında düşünürken acımasız olabiliyor ancak bunu, üstelik yarıştaki insanların duyacağı şekilde, dile getirince biraz şaşırıyordum açıkçası. 

ilk 5 kilometreyi 30 dakikada tamamlıyorum. Nabzım ise 160, yarışın bu kısmı için çok yüksek bir değer. Daha önce hiç bu kadar erken bu denli yüksek bir nabız görmemiştim. Bir önceki hafta Atatürk koşusunun ilk kilometresi hariç neredeyse hepsini 160 üstü nabızla koşmuştum. Eğer beş kilometre daha dayanabilirsem son 11 kilometreyi kaygısız koşabileceğimi düşünüyorum. Bu esnada aklıma Mudanya triatlonu geliyor, yarışa katılan 200 kişiden 40'ı yüzme etabından çekilmişti zira deyim yerindeyse fırtına vardı ve o denizden 171 nabızla çıkmıştım. İki saat süren bütün müsabakayı ise 150 nabızın altına hiç inmeden bitirmiştim. Bunun verdiği rahatlıkla artık kendimi kontrol etmeyi bırakıyorum zira çıkabileceğim çok da yüksek bir hız da yok. 5:45 pace ve 170 nabıza kendimi sabitliyorum, yokuş çıkarken de bu değeri koruyorum. Yaptığım düşük tempolu uzun antrenmanların faydasını sanırım burada görüyorum, yokuşta hiç hız kesmeden tırmanışa başlıyorum ve orta gruba yetişmeye başlıyorum, tırmanış bitince bir kontrol noktası daha geliyor ve inişe geliyorum. Atatürk Koşusu'ndan antrenmanlıyım, yerler de kuru asla kendimi frenlemiyorum, vücudumu tamamen öne verip bırakıyorum kendimi. 4:00 pacelerde 170 nabızla inişi tamamlıyorum. 

Son birkaç kilometre, 175 nabıza çıkmakta bir beis görmüyorum ve 5:30 pace ile son dört kilometreyi tamamlıyorum. 

Resmi yarış sürem 2:01:39 yani 5:46 pace, 5:40 gap ile bitiriyorum.

1. Kontrol Noktası: 33:02
2. Kontrol Noktası: 1:23:01
3. Kontrol Noktası: 1:52:15

Birinci noktaya kadar ortalamanın çok altında kalsam da özellikle yokuş başladıktan sonra ortalamayı yakalamışım. 


Bu kadar kısa sürede üstelik 38 yaşımdan sonra bir yarı maratona hazırlanıp katılmak benim için başlıca kıvanç kaynağı iken kendim için hiç de fena olmayan bir derece ile bitirdiğim için de ayrıca mutlu ayrılıyorum Adana'dan. Sıradaki uzun vadeli hedefim 5:00 pace 150 nabız almak. Dilerim başarırım.

Sabrınız için teşekkürler.