Sayfalar

28 Aralık 2011 Çarşamba

Motörhead - Dünya Senindir

brotherhood of man [Türkçe çevirisi]

motörhead'in son albümünün bence en güzel ve en manalı şarkısı. grup yine dünyaya karşı bildik başkaldırısını sergiliyor. yüksek sesle eşlik etmesi oldukça keyifli bir parça. elimden geldiğince çevirisini yapmaya çalıştım ancak hatalar olabilir.



şimdi zamanın geldi, gökyüzünde demirden bir fırtına.
savaş ve cinayetler nüksetti, ölebilirsen şanslısın.
kaderden kaçamazsın; haykırmak, lanet etmek boşuna.
asla hatırlanmayacaksın, kimse ismini bilmeyecek.

müzik değişince, herşey bozulur.
kudretli şehirler yanar, batar, mahvolurlar.
cinayet ise kanun olur, direnemezsin.
karmaşa şimdi ölümlü dünyayı yönetiyor, kardeşliğimizi.

benden gerçeği saklayamazsın, kalbinde ne var biliyorum.
kıskançlık ve açgözlülük aynı şeydir ve şimdi dünyan karardı.
kudretli dağlar toza dönüştü, dünya cehennemin dibine battı.
yalancı peygamberlere inanış, kimse bunu kabullenemez.

canavarlar yönetiyor dünyanı, anlamak için çok mu korktun?
sonsuza dek yargılanacaksın, sonsuza dek göz önündesin.
sefalet içinde yaşam mücadelesi veriyoruz; ölümümüz kendi elimizden oluyor.
ve hala kendi çocuklarımızı öldürüyoruz, kardeşliğimizi.

ellerimiz kanlı ve onları yıkamayı umut dahi edemiyoruz.
tarih gizemdir, ne anlama gelir bilir misin?
katliam! savaşıyoruz ve öldürüyoruz hala durduğumuz yerde.
mirasımız çılgınlığımızdır, kardeşliğimiz.

hayvanlardan da beteriz, öldürmek için hasret çekiyoruz.
iradenin zaferi için inancımızı ortaya koyduk çılgınca.
para, refah, şehvet için öldürürüz. bunun için lanetlenmeliyiz.
biz dünyanın üzerindeki hastalığız, kardeşliğimiz.

23 Aralık 2011 Cuma

Tiamat - Cain* [Türkçe Çevirisi]

*hz. adem'in büyük oğlu, kardeşi habil'i öldürerek ilk cinayeti işlemiştir.

//kendi çevirimdir, sert sözleri olan bir güfteydi ve bazı sözlerinin tam karşılığı yoktu, elimden geldiğince uyarlamaya çalıştım, hatalar olabilir.




kristalleşmiş olsa da,
sana aşkımı verdim.
pişmanlıkla güller yolladım sana.
yıllarca
saatlerce
ve sadece kenardaki köşemdeki dikenlerdi.
herşeye rağmen buna değdiler.
ellerimdeki kan...
ruhaniliğin kanıdır.

senle aramdaki tüm bağ,
güvenilir ya da güvenilmez,
hepsi kayboldu.

çatlaklara, oyuklara gitsem de
takip eder misin beni.
şimdi burada olursan
kabil'in olabilirdim.

sedef,
tanrı'nın emeği...
sen gökyüzüne ulaşmak için inşa edilen bir kulesin.
güzel sungur.
mührüm teninde.
öldüğümüzde takip et beni
diplere doğru.
ruhun cenettse,
bedenin cehennem.
yine de fark etmez benim için.

senle aramdaki tüm bağ.
güvenilir ya da müstehcen
doğmamış gecede...

çatlaklara, oyuklara gitsem de
takip eder misin beni.
şimdi burada olursan
kabil'in olabilirdim.

kutsanmış leydimiz nuit,
dinimize rehberlik ediyor.
alelade gecende,
önce barınağımızı buluyoruz.

16 Aralık 2011 Cuma

Empress - Gamma Ray [Türkçe Çevirisi]

henüz ilk dinleyişinde hayranı olduğun şarkıların listesini yap dediklerinde; manowar, sabaton gibi grupların şarkılarının yanında gamma ray'in şarkılarını da eklemek gerekecektir listeye.

ilk dinleyişte beğenilen şarkılar, kuşkusuz müzik aleminin popüler, endüstriyel ürünleridir. bu yüzden de kısa vadede sıkarlar. fakat gamma ray için, özellikle şarkı sözleri anlamında, muadillerinden daha doludur yorumunu rahatlıkla yapabiliriz gibi duruyor. besteleri de işin içine katınca gamma ray açık ara öne geçiyor ancak canlı performans hakkında ise yorum yapmak pek de olanaklı görünmüyor. zira gamma ray'i henüz canlı izleyemedim. ayrıca manowar konseri şu anda en iyi konser tecrübelerim arasında ilk üç'de rahatlıkla yer alabiliyorsa ve bu listeye slayer dahi giremediyse gamma ray için yorum yapmaya çalışmak bir kez daha yersiz olacaktır. neyse lafı fazla uzatmadan youtube'den aldığım linki ve kendimce yaptığım çeviriyi sizlerle paylaşayım.



güneş batıyor şimdi, perdesi kapanıyor.
ısısı ise yükseliyor, üstadı çağırıyor.
geceye doğru gümbürdüyor, ölümün gecesine doğru...
ve her şeyi geride bırakıp çağrısına itimat edeceğim.

isa tasını kaybetti [dünden kalan aşk belirtileri]
tanrı gözünü uzaklara dikti [rüyalar gerçeğe dönüştü]
kalbimde yıllardır yaşattığım tüm hayatım şimdi dışarda
ve ben yıldızları görüyorum, güneş batıyor.

öp prensesi, karanlığın imparatoriçesini.
kalbinin sesini dinle, iç şu zehiri.
biat et prensese, karanlığın imparatoriçesine.
hissetsin herkes ateşi.

kalbim çığırıyor, tutkum miraçta.
cezbedici bu zira kimse tutamaz beni artık.
hayatımdaki kaosu, beni bağlayan zincirleri kırıyorum.
dünyayı geride bırakıyorum ve kendi gerçekliğimde yaşamaya başlıyorum.

kutsal diyar, bir diğer kıyı. daha fazla savaşa ve acıya hayır.
beni çağırıyor uzaklardan ve bu beni diri kılıyor.
burada, önünde dikiliyorum. benliğimi kaybediyorum.
pişmanlık yok! bekliyorum burada, hamleni bekliyorum.

öp prensesi, karanlığın imparatoriçesini.
kalbinin sesini dinle, iç şu zehiri.
biat et prensese, karanlığın imparatoriçesine.
hissetsin herkes ateşi.

öp prensesi, karanlığın imparatoriçesini.
hisset zehiri, kabine doğru yol alanı.
biat et prensese, karanlığın imparatoriçesine.
hissetsin herkes onun ihtirasını.

başka bir hayat, başka bir yol.
kayboluyor dünden kalan yaşamın kırıntıları. rüyalar gerçeğe dönüşüyor.
burada, karşında dikiliyorum. arınıyorum yalanlardan.
pişmanlık yok! bekliyorum burada, hamlenden bağışık.

öp prensesi, karanlığın imparatoriçesini.
kalbinin sesini dinle, iç şu zehiri.
biat et prensese, karanlığın imparatoriçesine.
hissetsin herkes ateşi.

öp prensesi, karanlığın imparatoriçesini.
hisset zehiri, kabine doğru yol alanı.
biat et prensese, karanlığın imparatoriçesine.
hissetsin herkes onun ihtirasını.

6 Aralık 2011 Salı

dinlenceye göreceli bakışlar

en son kreşe başlamadan önce bu denli fütursuzca vakit öldürebiliyordum, aradan 21 yıl geçmiş ve ben 21 yılın yorgunluğunu atıyorum fakat kimileriyse bu duruma işsizlik diyor. ancak bilmiyorlar ki muhtemelen yorgunlukla sonuçlanacak, emeklilikle taçlanacak bir başka sürecin, müstakbel çalışma hayatımın bal'ayındayım.

5 Aralık 2011 Pazartesi

Konser Güncesinden Üç Gün [25-26- 27 Haziran 2011 // Sonisphere İstanbul Konserleri]


Güneş tutulması ya da ay tutulması, milyonlarca belki de milyarlarca gök cisminden yalnızca üç tanesinin ardarda gelmesiyle oluşan bir olay. ama yine de çok sık olmuyor değil mi? mesela beş gezegenin art arda dizilmesi en son dokuz yıl önce, bir önceki dizilme ise 341 yıl önce gerçekleşmiş. işte böylesine düşük bir olasılığa denk gelmek kuşkusuz büyük bir şans bizim ve çağdaşlarımız için.

çok eski değil,daha konser dedikoduları dönerken dahi nice insanın prim vermediği, üzerine yorum yapmayı dahi gereksiz bulduğu bir olay da en az gezegenlerin dizilimi kadar istisnaiydi. bay area thrash dörtlemesi, nam-ı diğer mahşerin dört atlısı; anthrax, megadeth, slayer ve metallica aynı festivalde üstelik aynı gün sahne alacaklardı. bu dörtlüye manowar, accept ve pentagram'ı da eklersek eminim ki birçok müzik severin eline kalem kağıt alıp favori yedilini yap deseler, ortaya çıkacak liste üç aşağı beş yukarı aynı olacaktır.

dahası da var, konser bu kez inönü stadyumu'nda olacaktı. boğazdan esen rüzgarla serinleyecektik her bunaldığımızda. ulaşım sıkıntısının olmaması da bir başka cabaydı. kalacak yer planlaması da, akrabaları ve dostları kırmayacak biçimde, eşit olarak planlandıktan sonra sıra konser için elbise seçmeye gelmişti. üzerime eski bir pentagram tişörtü mü giysem diye düşünmekteyken, lisanslı bir slayer merşandizinin gözüme çarpmasıyla; onu, alıp üzerime geçirmem bir oldu. haziran ayları çok da sıcak olmasa da yine de saatlerce güneşin altında kalacağım için ciddi bir yakıcılık söz konusuydu ve açık renk bir pantolonla spor ayakkabılarımı da hazırlayarak bayramlıklarımı tamamlamış oldum (:

konserlerden olanca verimi ve keyifi almak istiyorsan yalnız başına gideceksin mottoma uyarak bir perşembe akşamı -tabii ki- fatih ekspresi ile kendimi yollara vurdum. ancak daha trene binmemle, tıpkı daha önceki tek başıma gitmeye çalıştığım ama farklı insanlarla, farklı mekanlarda sonlanmış konser tecrübelerim gibi, yalnızlık hayallerimin suya düşeceğini anlamış olmam da eşzamanlı oldu. tabiri caizse tüm ankara o gece o trendeydi ve ertesi üç gün boyunca da inönü'de olacaktı. uyku ve keyif için eser miktarda içki içildikten sonra daha güzel açılı bir cam kenarına denk gelmesi için üç kez yer ataması yaptırdığım biletimin üzerinde yer alan numaraya oturdum ve konser için hazırladığım, ev ödevi niteliğindeki parçalardan oluşan bir listeyi ihtiva eden müzik çalarıma güç verdim kimyasal pil yardımı ile. (teheyyy)

yağmurlu bir istanbul sabahı karşıladı beni. ilk kez saha içinden bilet bulamadığıma sevinmiştim. hem kapalı tribünden izleyerek yağmurdan etkilenmeyecektim hem de yine yağmurun etkisiyle pek de hoş bir biçim almayacak olan saha zeminindeki plastiklerin kokusundan ve pisliğinden kurtulacaktım. (tabi bunun bir teselli olduğunu ileriki iki günde kabullenecektim)


birinci gün


ilk güne dair aktaracak pek detay yok zira ilk günden dinlemek istediğim sadece pentagram ve black tooth vardı. black tooth'u ankara performanslarından biliyordum ve çoğunluğunun yeni tanıdığı istanbul seyircisini oldukça etkilemişlerdi. pentagram'a biraz daha fazla değinmek lazım ama. murat ilkan'ın rahatsızlığı nedeniyle gruptan ayrılacağını açıklamasından sonra pentagram'ın murat ilkan ile son, yeni vokal gökalp ergen ile de ilk konseri olacaktı. aynı zamanda neyzen ilhan barutçu, klavyede ozan tügeli, bir diğer eski vokalleri ogün sanlısoy da o gün eşlik edecekti pentagram'a.


bir vokal bir grubu en fazla ne kadar değiştirebilir sorusunun cevabıdır pentagram bana göre. ilkan öncesi dönemde biraz da dünyadaki trendin etkisiyle daha sert müzikler yapan pentagram, ilkan'ın gruba müdahil olmasıyla ve de yurtdışındaki muadillerinden farklılaşmanın gereğiyle kendi özgün tarzını yaratmıştı. türkiye'de de bu tarz tutmuştu ve ben de yıllardır şarkılarını beğenerek dinlemekteydim. grup adeta bize bir pentagram belgeseli izletti 45 dakikada, diskografi sırasına göre şarkılarını icra ettiler. son olaraksa yeni vokal gökalp ergen ilk kez seyirci karşısına çıktı ve dio'dan üç parça seslendirdi. murat ilkan'ın başarısı ve yeteneği ortada, ergen ile ilkan'ı kıyaslamaya gerek yok ancak ergen pentagram'ı ne ölçüde değiştirecek ya da pentagram'ın "orient" çizigisine uyum mu sağlayacak yoksa bambaşka bir noktada mı buluşcaklar bunu tartışmak lazım. şahsen ben son söylediğimden yanayım en azından ergen uyum sağlamalı - zor olsa da- ama kesinlikle pentagram ergen'in sesine göre beste yapmaya girişmemelidir ki o zaman pentagram'ın bir farklılığı kalmayacağı kanaatindeyim.

pentagram'ın hemen ardından bir rock grubu sahne aldı ve sonrasında da ramsstein sahne alacaktı ancak yanında kaldığım arkadaşın araması ve ortaköy'de kumpir yeme fikri daha çekici gelmiş olacak ki stadyumdan ayrıldım.

ikinci gün

bir sonraki gün yine uzak kale arkasında yerimi almışken okuldan bir arkadaşa rastladım. selamlaşma ritüelinden sonra konseri beraber izlemek üzere yanına oturdum. sahnede hayko cepkin vardı ve uzaktan seçebildiğimiz kadarıyla dio tişörtüyle sahne almıştı.

arasıra seyircileerden tepki alıyordu ama doğrusu tepki gösterenleri anlayamıyordum. sonuçta bu bir biletli etkinlikti ve bilet alıp gelmiştin buraya. eğer dinlemek istemiyorsan ya çıkıp gidecektin (tıpkı benim dün ramsstein'da yaptığım gibi) ya da sesini kesip sahnedeki isme saygı göstereceksin, dinlemesen bile.

hayko cepkin'de sonlara gelinirken acaba bir şekilde saha içine girebilir miyiz fikri belirdi kafamda; zira bir gün önce, stadı terkederken her nasıl olmuşsa çıkış kapılarından birisinden çıkarken saha içi giriş kapısında bulmuştum kendimi ve bu sefer de dünkü tesadüfü bilerek gerçekleştirmek istiyordum. kapıdaki güvenlik görevlisine bir paket sigara teklif edip olumsuz yanıt alınca, tatlı dil her zamanki gibi yılanı deliğinden çıkardı ve 10-15 dakikalık hoş bir sohbetten sonra güvenlik görevlisi ben ve arkadaşım için metal bariyeri açtı ve arkasını dönerek volta atmaya çıktı tabi bu hesaplanılmış vurdumduymazlığa biz de kayıtsız kalmayarak üzerimize düşeni yaptık.

saha içindeydik ve manowar'ın dev kolonları sahneyi doldurmaya başlamıştı bile. mix kabinin yanlarından bir yer bulduktan sonra heavy metal efsanesini beklemeye koyulduk.





babalar kings of metal ile girişi yaptılar ve aralıksız harika bir performans sundular bizlere. ses kalitesi iyinin de çok ötesiydi ve Türkçe konuşmasını takiben heaven and hell jesti ile hayatımın en unutulmaz canlı performansları arasında yerini aldı o günkü konser.






yalnız bir ara joey sinirlenmiş olacak ki, tüm stada kardeşlik selamı verdirmeye çalıştı nitekim başarılı da oldu hatta ortaya çıkan görüntü o kadar etkileyiciydi ki manowar bunu resmi tanıtım videosunda kullanmış. ayrıca bu videoda en çok türkiye görüntülerine de yer verilmesi kuşkusuz en coşkun kitleyi bizlerin oluşturmasındandır.



manowar'dan sonra stadın bir kısmı, saha için ise büyük bir kısmı boşaldı, bunu kitlenin accept'i tanımamasına bağlayabiliriz. ne hoş ki ben de kendileri hakkında pek bir şey bilmiyordum yalnızca birkaç şarkılarını biliyordum ama yine de durup izlemek, bu güzel ana tanıklık etmekten yapacak daha iyi bir planım olmadığı için konsere iştirak ettim ve yaşları geçmiş olmasına rağmen harika performansları ile parmak ısırttılar diyebilirim. manowar'dan sonra sahne alıp da, hele bir de headliner tartışmaısnın üzerine, doğrusu çok ama çok iyi bir iş çıkardılar. eve dönerken ise, gecenin bir yarısı olmasına ve hiç alkol almış olmamama rağmen fütursuzca bağrıyordum, other bands play, manowar kills diyerekten...




üçüncü gün:
day of the pilgrim


heyecanla uyanıyorum daha doğrusu heyecandan anca sabaha karşı uyuyabilmişim, bir önceki günün yorgunluğu olmasa onu da yapamayacağımdan emindim halbuki. kahvlatı esnasında telefonum çalıyor, bir önceki gece evinde kaldığım arkadaşımdı arayan ve ani bir kararla konsere gelmek istediğini söylüyor hatta bir arkadaşı daha gelmek istiyormuş ancak biletleri yokmuş, bilet bulabilir misin diyorlar. imdadıma hemen ekşisözlük yetişiyor, duyuru panosu vasıtasıyla çok geçmeden bir bilet ayarlıyorum, arkadaşlara buluşuyoruz diğer bileti nasıl bulacaz derken arkadaşımın telefonu çalıyor. selamlaşma faslından sonra çığlık atmaya başlıyor bizimkisi. şaşırıyorum tabi, telefonu kapattıktan sonra veriyor haberi, arayan bir dizi oyuncusunun, hatta o aralar gayet popüler bir dizinin oyuncusunun kardeşiymiş. tüm plandan habersiz konsere davet ediyor bizimkileri üstelik sahne önünden. hemen elimizdeki biletleri etraftaki öğrenci kardeşlere bedelsiz verdikten sonra organizasyon ekibinden gelen bir eleman eşliğinde sahne önü yolculuğumuz başlıyor. tabi bu karmaşa ve telefon trafiği esnasında antxrax'ı dinlememeyi göze almak zorunda kalıyorum ne yazık ki.



saha içinden girip, sahne önününü ayıran tampon bölgeye geldiğimizde saha içindekilerin tepkisiyle karşılaşıyoruz, torpilli bunlar, zengin bunlar gibi laf atmalara maruz kalıyoruz ben tebessüm ederken bir yandan da aslında ben de sizdenim kardeşlerim, bugünkü istisnai bir durum demek istiyorum ama diyemiyorum.

biz girdiğimiz anda anthrax henüz inmişti sahneden ve megadeth hazırlıkları yapılmaktaydı. haliyle enerjimiz gece boyunca bize lazım olacağından sırtsırta verip yere oturarak dinlenmeye daha doğrusu enerji harcamamaya çalıştık.



dave mustaine bizleri bildik beyaz gömleği ve ön tarafı kırpılmış kabarık saçlarıyla karşıladı. sesinde yine aynı gevreklik vardı ancak sesi maalesef iyi alamıyorduk, acaba yan taraftaki kolonlara biraz yaklaşsak mı diye düşündün nitekim yaklaştık da ancak sonuç pek değişmedi. slayer ve metallica'da böyle olmamasını umarak dinlemeye devam ettik grubu.



süre az olunca haliyle mütevazi ama sıkı bir setlistle çıktılar bizlerin karşısına. hit olmuş parçalar elbette ki çoğunluktaydı ki kalabalık da zaten symphonny of destruction ve a tout le monde'de coştu. ancak konserin sonunda mustaine daha fazla berbata sese dayanamadı ve efsanevi gitarını kolonlara geçirerek içimizden geçeni yaptı. verdim $ukunu bravo mustaine!!




megadeth'in ardından biraz daha önlere geçmeye çabalıyoruz zira az sonra slayer sahne alacak ve "parçalanmış gökyüzünden kan yağacak" biz yer bulma telaşına son verip, bulduğumuz yere çökünce, slayer'ın dev marshall amfileri de sahneyi doldurdu. güneş hafif hafif batarken insanlar da heyecanlanmaya başlamıştı zira slayer birkaç yıl aradan sonra ilk kez sahne alacaktı türkiye'de ve metallica ile birlikte en çok dinlenen gruplardan birisiydi.



slayer da altgrup olunca haliyle onlar da mütevazi bir liste ile çıkmak duurmunda kalıyorlar ancak hemen belirteyim ki üç gün boyunca en beğenmediğim liste onlara aitti. nice coşturucu şarkı varken, nerde az bilinen, sözleri güzel olmayan, kitleleri coşturmayacak varsa onlardan koymuşlardı listeye. ayrıca yine üçgün boyunca da beni en çok hayal kırıklığına uğratan grubun ismiydi slayer. adamlar sanki stüdyoda prova alıyorlarmış gibi kendi hallerinde çaldılar, seyirciyle iletişime geçmeden kendi hallerinde kafa salladılar ve çekildiler sahneden. ara sıra tom araya gülümsedi ya da gitaristler yer değiştirdi ama onlar da bir kez olsun bakmadılar seyircilerin yüzüne. bir diğer hayal kırıklığım da etrafımdaki kitleden yana oldu.



sanırım herkes bizim gibi torpilliydi zira kimse şarkılara eşlik etmiyordu halbuki böyle bir konserde sahne önünden bilet alan bir kitleden daha coşkun olmalarını ve şarkıların çoğuna eşlik etmelerini beklerdim. ancak sahneden slayer raining blood çalarken, önümdekilerin cep telefonunu kurcalaması, kendi aralarında konuşmaya çabalaması ne yalan söyleyim garibime gitti ve biraz da konsantrasyonumu bozdu. keşke saha içi kısmında olsaydım dediğim anlardan birisiydi o anda. kafama ne zaman arkaya çevirsem kendinden geçen, deli gibi eğlenen bir güruh ile gözgöze geliyordum zira sürekli. nitekim fotoğrafta da bellidir ne demek istediğim...



ve hava iyice karardığında sahne ışıkları da dahil olmak üzere staddaki tüm ışıklar söndü. bir sevinç çığlığından sonra ecstasy of gold'un tüyler ürpertici tınısı kolonlarda duyuldu akabinde boğazdan gelen tatlı esinti de adeta jest yapıyordu bizlere.




bence gelmiş geçmiş en iyi başlangıç şarkısı olan creeping death ile selamladılar yine istanbul'u. etrafımdaki herkesin metallica için geldiği belli oluyordu, sürekli bir izdiham halindeydik ve nakaratta derin dalgalanmalar oluyordu. değil birbirini kaybetmemek, kendini kaybetmemek bile olanasızdı öylesine bir atmosferde. nitekim dediğim gibi de oldu, sabahtan beri uslu uslu duran adamlar kendilerini metallica'ya teslim etmişken, hanım ablalar da cool tavırları bir yana bırakıp delicesine kafa sallıyorlardı. slayer'da, megadeth'de bulamadığım heyecanı nihayet yakalamıştım.



açıkcası liste ile ilgili olarak bir sürpriz beklemiyordum ama 90 öncesine ne kadar yüklenilirse o kadar iyidi. nitekim öyle de oldu. son albümden iki ya da üç parça çaldılar geriye kalan tüm seçimlerde cayır cayır thrash metal tadı aldık. ancak yine de pek çalınmayan bir parça, under the trapped ice'ya yer vermişlerdi ki bu da beni ziyadesiyle sevindirdi ancak konserin sonlarına doğru kameramanın bir hata yaparak james'ın önündeki set liste kameraya alması, dahası bu hatayı kapatması gereken rejinin de durumu umursamayarak görüntüyü olduğu gibi dev ekranlara vermesi sürprizi bir nebze kaçırsa da, böylesi bir şarkının çalınacağını önceden bilmiş olmak pek de kaçırmadı tadımızı.




neticede üç gün boyunca harika bir konserler silsilesi izledik ve rüyalarıma dahi giremeyecek bir programı dünya gözüyle izledik. bundan sonra bizi ne tatmin eder bilemiyorum ama dilerim ki wacken'ı da izleme şansına sahip oluruz ileriki yıllarda.

son olarak enlerimi yazarak yazıyı noktalayım:

en iyi performans: manowar
en kötü performans: pentagram
en iyi sürprizi yaşatan grup: manowar
en kötü sürprizi yaşatan grup: slayer
en iyi ses düzeni: manowar
en kötü ses düzeni: megadeth
seyirciyle en çok iletişime geçen grup: hayko cepkin, black tooth
seyiriciyi hiç sallamayan grup: slayer
en iyi setlist: metallica, manowar, pentagram
en kötü setlist: slayer

kısacası beni en çok memnun bırakan grup ve birkez daha izlemek istediğim grup manowar idi diyebilirim.

dilerim ki benzeri bir organizasyon yine olur da bu kez de dark tranquillity, amon amarth, sabaton, tiamat, gamma ray, motörhead gibi grupları görürüz programda.

1 Aralık 2011 Perşembe

Konser Güncesinden Bir Gün [19 Haziran 2011 // Iron Maiden İstanbul Konseri]


11 Şubat 2011'de internette bir tişört fotoğrafı dolaşmaya başlamıştı. iron maiden'ın yeni albümünün resmi turne tişörtünü ihtiva eden bu fotoğraf karesine göre, iron maiden bir dünya turnesine çıkıyordu ve 19 haziran'daki durağı ise istanbul idi. yani babalar 1998'den sonra ikinci kez ayak basacaklardı boğaziçi'ne.


birçokları bu habere inanamadı zira neredeyse her sezon başında bu tür dedikodular dönüyordu ve hepsi de aynı zamanda asılsız çıkıyordu. öyle ki, ekşisözlük'te açtığım konser başlığı bir kaç dakika içerisinde inanılmaz miktarda eksi oy alarak zamanın ötesindekiler listeme zirveden giriş yaptı. bu listede üç dört yıldan beri yer alan yazılarımın olduğunu da ekleyim ki ne derece olumsuz bir tepkiyle kaşılaştığımı somutlaştırın.

günler geçtikçe dedikodular artıyordu ve dedikoduların artmasıyla paralel olarak sözlükteki yazım da, zamanın ötesinden, en beğenilenlere doğru yolculuğa başlamıştı.

nihayet konser kesinleşti ancak bazı hayal kırıklıklarını da getirdi beraberinde. bir defa konserin yapılacağı sonisphere festivali bu yıl tek gün olarak gerçekleşecekti ve bu da yetmiyormuş gibi maçka küçükçiftlik park'dı organizasyonun bu seneki evsahibi. hemen bir yıl önceki üç gün süren konserler silsilesine gitmedi değil aklım; zira dolmabahçe'den açıklarından gelen boğaz esintisi eşliğinde, inönü stadyumu'nda, tam üç gün boyunca; manowar, metallica, slayer, megadeth, anthrax, accept ve türkiye'nin medar-ı iftaharı pentagram gibi grupları izlemiştik ve bir yıl sonraki organizasyon programı resmen bir tatminsizlik yaratmıştı bünyelerde. bir diğer aksilik de konser tarihindeydi. tam da o tarihlerde finaller vardı ve dahası üç ders sınavlarına kalırsam hemen konserin sonraki gününde mezuniyet sınavımın olma ihtimali çok yüksekti (nitekim öyle de oldu) ancak iron maiden'ın yüzü suyu hürmetine bir çok insan gibi biz de bekletmeden biletlerimizi aldık ve yeni turnenin diğer konserlerinde çalan şarkıları inceleyerek bilmediğimiz şarkı varsa sözlerini ezberlemeye, ve favori parçalarımızın çalınması için duaya yatmaya başladık her gece.

konsereyse yine trenle gidilecekti zira sırf trene binmek için bile bir yerden bir yere gidebilecek insanım ve ne şanslıyım ki blackjacks brotherhood'dan salih kardeşim de benle aynı fikirdeydi. 23.30'da hareket edecek tren daha gara girer girmez yemekli vagonda yerimizi almıştık ve bizim gibi düşünen birçok konser müdavimiyle aynı koltukları paylaşmaya başlamıştık. metalin bin bir türlü muhabbeti dönerken yanımıza 50 li yaşlarında bir abimiz oturdu ve öğrendiğimiz kadarıyla emekli öğretmen olan kıymetli hocamız halkevleri'nde aktif bir görev üstlenmekteymiş, yolculuğun uyumaya kadar ki olan kısmı siyaset ve metal paralelinde gitti desem yanlış olmazdı sanırım. ertesi güne yorgun olmamamız gereğinden mütevellit çok da hırpalamadan bünyeyi uyumaya çekildik ve birkaç saat sonrasında, bulutsuz ama çok da yakıcı olmayan bir istanbul sabahı'na uyandık.

kahvaltılar edildikten sonra hemen akmar'a gidildi ve konser için üretilen özel tişörtlerden alındı. envai çeşit tişört vardı ve ben the trooper performanslı, Türk bayrağı tutan eddie tişörtünü almayı yeğledim. daha sonraysa istiklal'e geçildi ve başka arkadaşlarla buluşulup rock'n rolla'da yavaş yavaş "ısınılmaya" başlandı.

Ucretsiz Resim yukle ve Paylas

kapılar 12.30'da açılmış, saat 14.00 civarlarında etrafımızdan duyduklarımıza göre felaket bir sıra mevcutmuş. bu sıcakta en güzel yapılacak şeyin bira içmek olacağına karar verdikten sonra dostlarla muhabbet eşliğinde, fondaysa iron maiden afraid to shoot strangers önderliğinde "ısınmaya" devam ettik. güneşin etkisi geçince de bir taksiye atlayarak mekanın yolunu tuttuk. hemen belirteyim, istanbul'da taksi çok ucuz. hatta üç ya da dört kişiyseniz toplu taşıma araçlarına binmek pek de mantıklı değil.

Ucretsiz Resim yukle ve Paylas

mekana vardığımızda hiç sıra yoktu, edindiğimiz tecrübelerle girmeden karnımızı tok tutacak yiyeceklerimizi yiyip, tuvalete gitmemize gerek kalmayacak kadar da suyumuzu içtikten sonra içeri girdik. metal konserleri omuz omuza geçer, kalabalığı yararak edindiğiniz harikulade bir yeri sırf tuvalete gidecem diye kaybetmek istemezsiniz değil mi (: ayrıca bu tip konserlere ben sosyal bir katılımcı olarak iştirak ettiğimi düşünmüyorum, oraya öncelikle sosyal bir etkinlik olsun diye değil de, iron maiden'ı dinlemeye gelmiştik ve festival dinleyicisine hitap etmeyen yemek ve tuvalet politikalarıyla muhattap olmak istemiyorduk.

mekan hafif eğimli bir amfi gibi arkaya doğru yükseliyor ama basamak yok. hafif bir yokuş söz konusu diyebiliriz. bu da kuşkusuz arkada kalmış olan bizlerin daha iyi bir görüntü ve ses elde etmesine yol açacaktı.

içeri girdiğimizde slipknot çalıyordu, programdan sapılmış gibi de durmuyordu. bu iyi haberdi zira ertesi sabah üç ders sınavına girmek için konser sonrası istanbul'u terk etmem gerekiyordu. slipknot'a da tarzına da pek ilgim yoktur ama sahnede çok samimi takılıyorlar ve birkaç ilginç şovları da olmadı değil. joey jordison'un meşhur bateri numarası gibi. sırf slipknot için gelen hatırı sayılır bir kitle vardı ve otu boku eleştiren metalci tayfasından pek hazzetmediğim için böylesine bir kitleyi sırf oraya çektikleri için bile takdire şayan buldum slipknot'ı.

saatler 20.50'yi gösterdiğinde sahne hazırlanmış gibiydi ancak ekranlardaki geri sayım sayacı kaldırılmıştı. acaba gecikecekler mi diye de düşünmeme yol açmadı değil ancak saatler 21.15'i gösterdiğinde doctor doctor sesleri kolonlardan duyulmaya başlandı. aşırı uğultu yüzünden sahneden sesi alamıyorduk ve konserin de böyle geçme ihtimali bir an aklıma gelmedi değil. daha sonra final frontier introsu ve takriben final frontier ile konser başladı. tam da tahmin ettiğim gibiydi. patlama noktalarında aşırı uğultu yüzünden sahne'nin sesi gelmiyordu. konsere gelmeden önce, turnenin diğer konserlerinin setlistine bakmıştım. pek bilindik şarkı yoktu bu yüzden yalnızca üç-dört şarkıyı tam olarak duyamayacağımı hesaplayarak eğlenceye devam ettim.

albüm turnesi olunca haliyle son albümden çok çaldılar. ancak bu noktada kızmadım değil maiden'a. zira sık sık gittiğin ülkelere bir kez de albüm tanıtımı için gidersin eyvallah ama daha önce bir kez geldiğin yere albüm tanıtımı yapmaya gitmeye insan biraz utanır. yıllardır aramadığın dostunu işin düşünce aramak gibi bir şeydi bu. haliyle son albüme yüklenilince, albümün çıkışı neredeyse bir yıl olmuşken, çoğu kimse şarkıların adlarını bile bilmiyordu. ayrıca çok baba şarkıları yine almamışlardı listeye. yok saydıkları albümlerinin dışındaki albümlerden birer parça koymaya çalışmışlardı ama kanımca olmamıştı. kitle yalnızca the trooper ve fear of the dark'da coştu desem yeridir. halbuki bir prowler, no prayer for dying, brave new world, afraid to shoot strangers, paschendale olsaydı eminim ki birçok kişi daha tatmin olmuş biçimde ayrılacaktı oradan. ben dahil.

son albüme hala ısınanamış olan ben, son albümden çalınan parçalardan yalnızca the talisman'a eşlik ettim. bunun dışında, mother of mercy haricinde diğer konserlerle birebir aynı setlisti çaldılar.

konserlerin bazı yazılı olmayan kuralları ve de tiyoları vardır. bunlardan birisi de, grup çıktığı ilk anda görmek için kendinizi heder etmemektir. zira enerjiniz size lazımdır. bırakın millet yorsun kendini, en fazla üç dört şarkı sonra sahneyle göz teması kurabilecek kıvama gelecektir ortam. o yüzden azıcık sabır... bu taktik yine yanıltmadı beni. hem yorulmadım hem de ilk birkaç şarkıdan sonra, parmak ucunda yükselmeme dahi gerek kalmadan babaları izledim.

babalar tekrar geleceklerini bildirerek sahneyi terkettiler. dilerim ki bir dahaki gelişleri bol şenlikli ve eski albümlerden seçili parçalardan olur.

ufak bir not: ekşisözlükte'ki konser yazım şu anda en beğenilenlerde, demek ki neymiş, önyargı zararlıymış (: